31 Aralık 2009 Perşembe

YENİ YIL

Yeni yıldan umutlumuyuz? 2009 yılı ülkemize, milletimize acı, keder ve üzüntü dolu bir yıl oldu. Belki kişilerin hayatında küçük de olsa güzellikler olmuştur ama genel anlamda hoş anılar bırakmadı hafızalarımızda. İşsizlik çığ gibi büyüdü. Yoksulluğun etkisiyle aile kavramı yok olmaya başladı. Kültür yozlaşması ise kafaları allak pullak etti. Eğitim sistemimiz ezberci, sağlık sistemimiz yok olmuş, adalet ise kafalarda soru işareti!... Ekonomimiz düzelmedi, sanayimiz ilerlemedi, tarım ve hayvancılık sektörü ise can çekişiyor. AB hayali bizi çıkmaz bir yola sürükledi. Demokratikleşme ve Açılım adı altında ülke birbirine girdi. Etnik ve mezhepsel ayrılık ULUS olma kavramını sekteye uğrattı. Bir tarafta suçlu oldukları kanıtlanmadan içerde tutulanlar, bir tarafta Türkiye Cumhuriyetine meydan okuyanlar, diğer tarafta ise aba altından sopa gösterilip susturulmaya çalışılanlar!...

Evet 2009 da Ölümler, zulümler, bölünmeler yaşadık. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kavrayamaz olduk. Vatandaş ise ekmeği’nin peşinde. Ülke sorunları çığ olmuş irade ortada yok. ATATÜRK’ün mirası Türkiye Cumhuriyeti üzerinde hain emelleri olanlar sinsi planlarını uygulamaya çalışıyor, işbirlikçileri ise ‘nerden nasıl nemalanabiliriz’ düşüncesi içinde. Türk ulusunun önem verdiği kurumlardan olan askeriyenin ‘darbe ve suikast’ iddialarıyla sarsıntıya uğratılması ise 2009 yılının son günlerinin en çarpıcı olayı!...
vs.
vs.
vs…………
İSTENEN:Toplumsal duyarsızlık (başarıyorlar mı acaba ne dersiniz???)
Evet 2009’u pek parlak geçirmedik.
Bakalım bize 2010 neler getirecek!...
Bütün umutsuzluklara rağmen HERKESİN YENİ YILINI KUTLAR SAĞLIKLI GÜZEL YARINLAR DİLERİM.

31.12.2009
Nermin AYDINLI

14 Aralık 2009 Pazartesi

PKK=DTP

Türkiye arka arkaya şehitlerine ağlarken, öteki taraftan yasaklanacağını bile bile söylemlerini hırçınlaştıran, PKK’nın siyasal temsilcisi DTP’nin kapatılması kararı gündeme damgasını vurdu. Demokrasilerde partilerin kapatılması çözüm değil elbet.

Ancak; iş, aş sorunu dururken, resmen bölücülük, teröristlik yapılıyor ve yasa dışı örgütler destekleniyorsa bu tarz partilerin kapatılmasının doğru karar olduğunu düşünüyorum. Bu kararın siyasal mı, yoksa yargı darbesi mi diye tartışılması DTP’nin kapatılması kararını değiştirir mi?

Bu güne kadar Türkiye’de 26 parti kapatılmış. En son kapatılan, PKK terör örgütünün açık destekçisi DTP’nin siyasi çizgisi yaklaşık 20 yıl öncesine dayanıyor. 1989 yılında Halkın Emek Partisi’nin (HEP) kurulmasıyla başlayan siyasi gelenek ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP ve DTP ile devam etmiştir. DTP’nin kapatılması başkanları Ahmet TÜRK’ün ve Aysel TUĞLUK ile birlikte 37 DTP’linin siyasi yasaklı olması diğerlerinin suçsuz oldukları anlamına mı geliyor?

Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan terör genel anlamıyla;” cebir ve şiddet kullanarak Anayasa da belirtilen cumhuriyetin niteliklerini ve düzenini değiştirmek, Türk devletinin ve cumhuriyeti’nin varlığını tehlikeye düşürmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, temel hak ve hürriyetleri yok etmek” şeklinde tanımlamıştır. Bu tanım tam olarak PKK terör örgütünün eylemleri ile örtüşmüyor mu? PKK terör örgütünün hedefi Türk devletinin bölünmez bütünlüğünü bozmak değil mi? Peki PKK’nın siyasal temsilcisi DTP değil mi?

Sert ve tehdit vari konuşmalar yapan diğer DTP’lilerin hızla yeni oluşum içinde olduklarını an ve an değiştirdikleri kararlardan açıkça anlaşılmaktayız. Sine-i millete gideceklerini söyleyen DTP’lilerin İmralı dan gelen talimat sonucun da Sine-i millet kararından vazgeçerek sadece meclis çalışmalarına katılmayacaklarını açıklamalarına ne demeli. Bu sözler ‘biz yine aynı çizgimizdeyiz bizleri meclisten atabiliyorsanız buyurun atın anlamına gelmiyor mu? Hasip KAPLAN Anayasa Mahkemesi’nin derhal kapatılması gerektiğini ve “Kim ki bizim kapatılmamızdan medet umuyor ise onlarla hesaplaşacaklarını söylüyor. Bu adamlar meclis kürsüsünde bölgelerinin ekonomik, sosyal sorunundan, halkın yoksulluğundan, ağaların nasıl bölge halkını sömürdüğünden ve bu sorunlara nasıl çareler bulunabileceğinden neden bahsetmiyorlar.

Yoksullaşan ve yoksunlaştırılan insanların kolayca kandırılabildiğini çok iyi bildikleri için çözüm yerine bu durumlarından nemalanmak işlerine geliyor çünkü…

Evet partiler bir ülkenin olmazsa olmazlarından. Halkın iradesini yansıtırlar ama bugün gelinen nokta hak temelli yaklaşım değil, birilerinin çizdiği istediği şekilde halkın yönlendirilmesidir. Ülkemiz bir kaos ve kargaşanın içine sürüklenip kendi değerlerini, kültürlerini ve yaşam felsefesini kaybetmeye başlamıştır. Toplumsal bilincimiz, ortak değerlerimiz yok edilmeye çalışılırken kavram kargaşası yaratılarak insanlar etnik ve mezhepsel bölünmeye sürüklenmektedir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bizim sorunumuzun Kürt,Türk, alevi, sünni vs.ler değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana son 30 yılda hazırları tükettiğimizi, taş üstüne taş koymadığımızı, devletçilik ilkesinden taviz verdiğimizi ve bu günde ATATÜRK, TÜRK, BAYRAK kavramlarını yok etmeye çalıştığımızı nasıl inkar edebiliriz?

Helen aymazlıkları devam eden, vatan hainlerine, onların işbirlikçilerine bir kez daha sesleniyorum;

Bizim sorunumuz KÜRT-TÜRK sorunu değildir.
Bizim sorunumuz ATATÜRK ilke ve devrimlerinden taviz verilmesi sorunudur.
Ulusal kimliğimizin yok edilmesi sorunudur.
Bağımsızlığımızın sekteye uğratılması sorunudur.
Halkımızın yoksulluğudur, yoksulluğun rant kapısı olarak görülmesidir…

Kurtuluş savaşında hiç kimse etnik ve mezhepsel sınıflandırılma yapılarak savaşmamıştır. Bu ülke birlikle kurulmuş, aynı dava için mücadele verilmiş ve bu günde Vatanın bölünmez bütünlüğü için canını veren Mehmetçiklerimiz hangi etnik ve mezhepsel kökenden diye sorgulanıp üzülünmemiştir.

Bu coğrafyada asırlardır kardeşçe yaşanmış, bundan sonra da yaşanmaya devam edilecektir.

Bu vatan hepimizin.

Vatanını seven herkesin ortak paydası Türkiye Cumhuriyetidir. Asırlardır Türk milleti hür yaşamış ve bundan sonra da bağımsızlığından ve bölünmez bütünlüğünden asla taviz vermeyecektir!...

“Arzumuz dışarıda bağımsız, içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliğimizi korumaktan ibarettir. Mustafa Kemal ATATÜRK


Nermin AYDINLI
14.11.2009

8 Aralık 2009 Salı

TÜRKİYE ŞEHİTLERİNE AĞLIYOR

Obama Kürt açılımına methiyeler düzerken yine göz yaşı, yine evlere düşen ateş…Yine analar, babalar ve sevdikleri ağladı.
Tokat’ta devriye gezerken açılan ateş sonucu şehit olan Fatih, Onur, Cengiz, Ferit, Harun, Kemal, Yakup 7 askerimiz…
Demokratikleşme çerçevesinde Kürtlere özerklik istenmesinin sonuçları…Yine şehit, yine göz yaşı!... İmralı’dakinin günlerini huzurlu ve mutlu geçirmesini isteyen ve Öcalan sorunu Kürtlerin sorunudur diyen belediye başkanları ve milletvekilleri ekranlara çıkıp millete aba altından sopa gösteriyorlar.

Türkiye 7 şehidine ağlıyor ve vatan hainleri sinsi planlarını uygulamaya devam ediyor. Günlerdir dağdan inen vatan hainleri şehirlerde boy gösteriyor. Onlar isteklerinin İmralı’daki olduğunu açıkça dile getirmekten çekinmiyor. Hala anlayamadığım bu adam suçlu ve cezasını çekmek zorunda değil mi?
Diğer mahkumlardan neden farklı davranılması gerekiyor?
Bu vatan haini, bu 30 bin kişinin katili değil mi?
Yandaşları böyle istiyor diye bu müsamaha neden?

Evet askerlik yan gelip yatma yeri değil sayın başbakan. Vatanı uğruna canını vermekten çekinmeyen gencecik fidanlarımızı, şehitlerimizi görüyorsunuz. Türkiye ağlıyor… Sizin çözümsüzlüğünüz sonucunda da ağlamaya devam edecek… DTP eş başkanı Türk bugün; demokrasi bedel istiyorsa, yürek istiyorsa biz her şeye hazırız diyor. Biz de hazırız,bunu bu zamana kadar ödediğimiz bedellerden anlamanız lazımdı oysa.Yazıklar olsun size,zihniyetinize. Bu oyun böyle devam etmez, etmemeli…

08.12.2009
Nermin AYDINLI

3 Aralık 2009 Perşembe

DAĞDAN İNDİM ŞEHİRE

Ülkemizde gündemin hızla değiştiğini hep söylüyoruz. Gündemin hızına nedense erişilemiyor. Sağ olsun siyasilerimizde bu konuda çok becerikliler. Ağızlarından çıkan her söz olay oluyor ve günlerce medyada yer alıyor. Acaba ülkemiz de ne zaman sakin ve sessiz bir şekilde temel sorunlar çözüme kavuşabilecek merak ediyorum? Evet, arap saçına dönen demokratikleşme, açılım vs derken yıllardır ülkemizin üzerine çöreklenen PKK terörü yine gündem de.Yıllardır dağda siyasallaşma adı altın bizlere kan kusturan PKK’yı meclise taşımamızla birlikte bu isteklerinin ilk aşamasını tamamlamış bulunuyorlar.Şimdi sıra işbirlikçileriyle birlikte şehre inip, isteklerini hayata geçirmeye geldi. İmralı’dakinin planları bir bir uygulanıyor. Haydi gözümüz aydın hainler artık şehirde!...Analar ağlamayacakmış,
barış gelecekmiş. İzleyelim görelim!… Görünen köy de ne kılavuz ister ne de zaman aslında değil mi?
Şehir’e inmesine indilerde ya sonrası?...Bayramla birlikte PKK yandaşları Türkiye’nin dört bir yanında şov yapmaya başladılar. Üstelik çocukları kullanmaları ne acı…

Aldıkları emirleri uygulamaya geçiren Kandil den inenler kahraman edasıyla toplantılar ve basın açıklamaları yapıyor. Bu açıklamaları ne sıfatla yaptıklarını merak ediyorum? Bu olaylar ağır tahrik değil de nedir? PKK’nın siyasal temsilcisi olan DTP’lilerin açıklamaları tahrik edici ve tehdit edici değildir de nedir? Neymiş bütün bu olaylar İmralı’da yatan içinmiş. Katilin cezaevi koşullarının iyi olmadığını, İmralı’ya yapılan tavrın bütün Kürtlere yapıldığını, yani olmazsa olmazlarımızdan biri Öcalan diye bahseden bir parti bölücülük yapmıyor da ne yapıyor? Bu çocuk oyuncağı değil, herkes ayağını yere sağlam basmalı ve olaylar öyle değerlendirilmeli. PKK’nın provakasyonları devam ederde sonuç ne olur hiç düşündük mü? Bunlar korku terörünü uygulamaya bir bir geçiriyorlar. Taktik yanlış iyi düşünsünler sonuçlarını.

Zorbalıkla hiçbir şeyin halledilmeyeceğini çok iyi bilmeleri lazım. Yıllardır başımızın belası olan terörün şehirlerde olması etki-tepkiyi yaratacaktır. Bu da kaos, kargaşa ve ülkenin Ortadoğu ülkelerine dönmesi demektir maalesef. Lütfen akıllı olalım, adımlarımızı ona göre atalım. Bu mesele demokratikleşme deyip geçiştirilecek bir mesele değil. Vatan hainlerinin ve sinsi plan uygulayıcılarının tuzağına düşmeyelim. Özellikle devleti yönetenlerin ve karar uygulayıcılarının vatanın bölünmez bütünlüğünü, ulus olma özelliğini, vatandaşının da her türlü haklarını korumak ve gözetmek zorunda olduklarını unutmaması gerektiğini bilelim. Bu vatanın kolay kurulmadığını defalarca, her yerde anlatalım. Demokratikleşme adı altında, şehitlerimize, Atamıza, vatanımıza yapılan ve yapılacak olan ihaneti asla ve asla Türk Ulusu olarak kabul etmeyeceğimizi bir kez daha hatırlatalım.

03.11.2009
Nermin AYDINLI

1 Aralık 2009 Salı

TRAFİK KATLİAMI

Kimimiz hüzünlü, kimimiz neşeli bir kurban bayramını daha geride bıraktık. Her bayram yaşanan adeta kanıksadığımız trafik kazasında yine onlarca kurban verildi. Arife ve 4 günlük kurban bayramı boyunca yurt genelinde meydana gelen trafik kazalarında 82 ölü,481 yaralının olması kaçımızın dikkatini çekti? “Ateş düştüğü yeri yakar” sözü ne kadar doğru söylenmiş değil mi? Sadece bayramlarda değil diğer günlerde de kader diye geçtiğimiz trafik kazaları maalesef onlarca can almaktadır. Ülkemizde her saat 27 trafik kazasının olduğunu ve bu kazalarda günde 5-20 kişinin hayatını kaybettiğini, 200 kişinin de yaralandığını, ortalama her yıl 5-6 bin kişinin öldüğünü ve 100-200 bin kişinin de yaralandığını biliyormuyduk? Bu trafik katliamı değil de nedir sizce?..
Kaza sonunda hep suçlu aranır ama nedense derinlemesine inceleme yapılmaz. Araç ve sürücü sayısındaki artış, ehliyet alınmasının kolay olması ve sürücülerin aşırı hızlı araba kullanmaları sonucu, trafik de alınan önlemler de yetersiz kalmaktadır.
Ayrıca ehliyetsiz sürücüleri de (bilhassa yaşı 18 den küçük olanlar)unutmamak gerekir. Trafik kazalarının sebepleri çoktur ama, trafik kazalarının oluşmasında en önemli etmenin insanın olduğu aşağıdaki verilerle ortaya konmaktadır.

-İnsan faktörü %66
-Sürücü % 27
-Yolcu %1
-Araç Faktörü %5
-Yol faktörü %1

İnsan faktörüne bağlı trafik kazalarının nedenlerine gelince;
-Acemicilik
-Dikkatsizlik
-Uykusuzluk
-Hatalı sollama
-Aşırı hız
-Fazla yük taşımak
-Alkollü araç kullanmak
-Bazı ilaçları kullandıktan sonra araç kullanmak
-Trafik kurallarını dikkate almamak
-Rutin araç bakımlarını yaptırmamak…

Trafik kazalarından korunma yolları;
-Alkollü araç kullanmayınız
-Emniyet kemerinizi mutlaka takınız
-Araç kullanırken dikkatinizi dağıtmayınız
-Hız limitine dikkat ediniz
-Far ayarlarınızı kontrol ediniz
-Tehlikeli sürüş ve yakın takipten kaçınınız
-Bisiklet ve motosiklet kullanırken kaskınızı takınız
-Karşıdan karşıya geçerken geçiş kurallarına ve ışıklara riayet ediniz
-Kavşaklarda durunuz, tehlikeli yerlerde sollama yapmayınız
-Acelecilikten kaçınınız
-Trafikte dikkatli ve hoşgörülü olunuz.

Bütün bu uyarıların bizler için olduğunu lütfen unutmayalım.Herkese kazasız, belasız günler dileğiyle….

01.11.2009
Nermin AYDINLI

23 Kasım 2009 Pazartesi

ATAYA ŞİKAYET

Artık toplum olarak ne yapacağımızı ve nasıl davranacağımızı bilemez hale geldik. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmezken ne yazık ki geçmişimizi sorgulama durumunda bırakıldık. Cumhuriyetin kurulması sırasında yaşanılanlarla şimdi yaşanılanları kıyaslamak tehlike işareti değil de nedir?
Hele hele ATATÜRK posterlerinden ve Türk Bayraklarından rahatsızlık duyulması esef verici değil midir?
ATATÜRK karşıtları hiçbir detayı atlamıyor. Onlar, ATATÜRK’ü ya iyi incelememişler, ya da çok iyi bildiklerinden fikir ve düşüncelerini TÜRK milletinin zihninden ve kalbinden nasıl silebiliriz çalışması içerisindeler. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün milli hedeflerinden olan “Muasır Medeniyetler seviyesine ulaşabildik mi acaba? Peki ne olduğunu bile bilmediğimiz AÇILIM paketleriyle ulaşabilecek miyiz bu muasır medeniyetler seviyesine. İnsanları Türk, Kürt, alevi, sünni vs. etnik kökenleri nedeniyle kardeşi kardeşe kırdırarak mı ulaşılacak…
Ergenekon, ıslak imza, Dersim vs.ye dikkat çekilerek halkın yoksulluğu, ülkenin büyümesi, ekonomisi, işsizlik sorunu bir kenara bırakılmıyor mu? Ülkenin ekonomisini düzeltebilecek çalışma ve programlar neden açıklanmıyor?
Acaba ülkemizin bugünkü duruma düşmesinin en büyük sorumlusu ATATÜRK mü denilmek isteniyor!...
Tabi ki onlar suçludur, dünyada emsali görülmemiş bir galibiyete imza atmış, bağımsız Türk Ulusunu oluşturmuş ve Türkiye Cumhuriyetini bizlere emanet etmişlerdir.
ATAM dan Türkiye Cumhuriyetini kuranlardan, bu vatana canını verenlerden şahsım adına özür diliyorum. Demek ki bizim anlayabildiğimiz buymuş. Sizin kurduğunuz bu Cumhuriyetin ve az zamanda çooook işler başarmanızın hiçbir önemi yokmuş. Mirasyediler olarak sizin bıraktığınız toprakları, düşmanların giremediği limanları bir bir sattık, her yeri özelleştirdik. Lozan da masaya vurduğunuzu unutup, onlara yalvarır hale geldik. Binlerce Mehmetçiğimizin katilleri ile masaya oturduk. ATAM, maalesef tekrar hasta adam konumuna düşürüldük. Bizde modaya uyduk. Kendini aydın zanneden aydıncık sürüsünün, ulusun birliği ve üniter yapısını bozacak önerilerini dikkate aldık. Halkın güven duyması gereken kurumlarına çok büyük hasarlar verdik.
ATAM senin değer verdiğin Türk ve Türk Ulusu kelimelerinden rahatsız olmaya başladık. Teknolojinin bütün nimetleri kullanılarak bir bir değerlerin yok edilmesine seyirci kaldık.
ATAM ülkemize göz diken emperyalist güçlerin geçmişteki mağlubiyet intikamını vatan hainleri ile işbirliği yaparak almalarına göz yumduk. Maalesef tarihimizden hiç ders çıkarmadık. Senin tarih yazdığını nedense hep unuttuk.
AMA; Hiçbir şey için geç kalınmamıştır.

“Türk Milleti millî birlik ve beraberlikte güçlükleri yenmesini bilmiştir.”,
” Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek maksatlar uğrunda ölmesini biliriz.”,
” Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır”. M.Kemal ATATÜRK’ün sözleri Türk Milletine rehber olacaktır.

İşte biz; duyana duymana, görene görmeyene bir kez daha hatırlatalım: ATATÜK İLKE VE DEVRİMLERİ’NİN ışığı, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde emelleri olanları bir gün MUTLAKA alaşağı edecektir.

Nermin AYDINLI

23.11.2009

14 Kasım 2009 Cumartesi

ŞEHİR EŞKİYASI

Günlük yaşamda da insan hayatı tehlike de. Şehirlerin keşmekeşliği içinde kaybolup gidiyorsun. Bir oyana savruluyorsun,
bir bu yana. Çeşitli olaylara şahit oluyor ve o anki psikolojinle ne yapacağını şaşırıyorsun. İnsanların güvensizliği hat safhada. Devletine güvenmiyor, çevresine güvenmiyor, ailesine güvenmiyor hatta kendisine bile güvenmiyor. Gözünün önünde olan her şeyi teğet geçiyor. Devlet kendi görevlendirdiği memuruna güvenmezse vatandaşın güvensizliği normal değil mi? Her şey birbirine bağlı hızla değişiyor. Vatandaş şaşkın, vatandaş çaresiz. Böyle olunca da normal adi olaylarda bile adaleti kendisinin sağlayacağını düşünüyor. Tabi ki bu düşünce yanlış. Hukuk sisteminin çökmesi demek kargaşa, kaos demektir. Evet, her gün olmasa da bazen garip olaylara tanık olmuşuzdur.

Sizlerle bir olayı paylaşmak istiyorum; Halk otobüsüne Kızılay’a gitmek için bindim ve bir durak sonra otobüse binen biri bayan ikisi erkek biletçiyi dövmeye başladılar. Otobüsün içinde bulunan yolcular araya girmeyi bırakın olay yerini terk ettiler. Şaşırdım! “İnsanlık ölmüş” diye düşündüm. Adamcağızın ağzı burnu kan içinde çaresiz bir şekilde karşı bile koyamıyordu. Otobüs boşalmış ve dört bayan kalmıştık. Ben ve kızım dayanamadık ayırmaya çalıştık ama şehir eşkiyalarının gözleri dönmüş bir vaziyette söyleneni dinlemeyi bırakın hiçbir şeyi gözleri görmüyordu. Bizlerin tepkisi ve şoförün de araya girmesiyle arabadan indirildiler. Taşlarla saldırıya devam ettiler ve arabanın camlarını kırdılar. Bu da bir terördür. Şehir terörü.
Bu ve buna benzer olaylar da her ne sebeple olursa olsun kaba kuvvetle kimse hakkını arayamaz. Bu ülkenin güvenliğini sağlayacak askeri, polisi ve adaleti var. Doğru değil ama; PKK’lıların şenlikle karşılanması ve serbest bırakılması hukuk sistemine olan güveni sarsmış ve kendilerin de bu hakkı görmüş sanırım. Bu tür olaylar toplumu huzursuz etmekte. Toplumun güvensizliği kargaşayı, korkusu ise eşkiyaların çoğalmasına neden olmaktadır. Yıllarca başımızın belası olan PKK terörüyle uğraşıldı, bundan sonra da Kent terörüyle uğraşılmasın. Mazallah iplerin elden kopması ülkeyi iç savaşa doğru sürükler endişesindeyim.
Türk Ulusu olarak devletimize, ordumuza ve adaletimize inanmaya ve güvenmeye devam edeceğiz. Seçilmiş, atanmış her kim olursa olsun Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğüyle, değerleriyle, insanlarıyla, hak ve hukukuyla oynamaya hakkı yoktur.

14.11.2009
Nermin AYDINLI

25 Ekim 2009 Pazar

İÇİME SİNDİREMİYORUM.

İÇİME SİNDİREMİYORUM.

Birkaç gündür kafalarda soru işareti bırakan PKK’lıların dağdan inmeleri ile ilgili haberleri esefle izlemekteyiz..İşte olan oldu bu işin sonu nereye varacak…Yurdun her bir köşesinde PKK’lılar şenlik yaparken, bu vatana canını vermiş oğullarını, eşlerini, babalarını geri isteyenler…Gözünü kırpmadan vatanım deyip bir parçasını kayıp etmiş gazilerimizin feryatları…Kahrolsun PKK diyenlerin coplanması…Ülkemden manzaralar.Bir bir izliyoruz film seyreder gibi. Bir taraf kan ağlıyor, diğer taraf zafer kazanmış edasıyla boy gösteriyor. PKK mı yoksa Ergenekon mu daha tehlikeli? diye vatandaşın kafası karıştırılıyor. Ergenekon terör örgütü adı altında gözaltına alınan henüz suçları sabit görülmemiş aydınlar hala içerde. Ya PKK’lılar jet hızıyla ayaklarına götürülen mahkemelerde ne söyletilip, serbest bırakılıyor. Makam araçlarıyla ve ikramlarla karşılanıyor. Gelen 34 PKK’lı kahraman ilan edilince elbette vatanını seven insanlar hain durumuna düşer ve bu süreçte arabozucu olur. PKK’nın terör örgütü olmaktan çıktığı bu son olaylarla tescillendi. Sıra ellerinde getirdikleri mektupta yazan İmralı’dakinin isteklerini yerine getirmeye geldi. EEEEEE adam boşuna mı o kadar kitapları okudu? İçerde başka ne işi vardı. Hem dinlendi hem de yıllar sonra kazanacağı zaferi hesap etti. Yattığı yerden terör örgütünü yöneten terörist başı sonunda 3 aşamalı yol haritasını açıklama da gecikmedi. Osmanlı’nın isyanları bastırmak için ele başları affedip, paşalık rütbesi vererek maaşa bağladığını, Osmanlı gibi büyük düşünülmesi gerektiğini söyleyen Kürt konusunda çalışmalar yapan Mümtaz TÜRKÖNE’ye ne demeli? Geniş kapsamlı bir af çıkarılarak başta terörist başı ve diğerleri bölücü olmadıklarını söyleyerek serbest bırakılacak, düşüncelerinden dolayı içeri giren aydınların zindanlarda çürütülecek olmalarına ise kader mi diyelim… Bir daha grup çağırmayacağını söyleyen terörist başı devletin gidip PKK ile görüşmesine bir şey demeyeceğini söylüyor. Sorarım size! Devlet teröristlerle masaya oturur mu?
Daha ne söylenir ki, içimize mi sindirelim, bunu mu bekliyorsunuz? Üzgünüm seyirci kalıyorum!... Millet kan ağlarken, vatan diye inim inim inlerken olanları içime sindiremiyorum.YA SİZ?...

24.10.2009
Nermin AYDINLI

20 Ekim 2009 Salı

PARDON

Haydi gözümüz aydın!..Demokratik açılım buymuş demek…Artık terör bitecek.PKK’lılar ellerinde mektupla barış elçileri olarak şehre indiler.Bir bayram havası, bir şenlik nerdeyse tatil ilan edilecek. Vatan haininin çocuk katilinin direktifiyle gelen teröristlerle birlikte birden demokratik bir ülke oluverdik. Sanırım AB’ye girmemizde bir engel kalmadı. Bu kadar kolaydı da neden yıllardır analar, babalar, eşler, çocuklar ağladı, ocaklar söndü? Neden gül gibi fidanlar soldu gitti? Pardon! PKK’lılar, vatan hainleri istemeden dağa çıktı, istemeden örgüt kararına uymak zorunda oldukları için sizleri şehit etti. Pardon! onlar masum, onların evleri, köyleri yok edilmiş…Onlar haklıymış Ya Sen Şehidim!...Üzülme! benim içim kan ağlıyor onların bu kadar rahat bir şekilde geldiklerini görünce…Vatanseverler bu kadar rahat değil. Kalemler her şeyi yazamıyor. Bakın olanlara, bakın onların rahatlığına acaba hayal mi görüyorum… Vatanı bölmek için örgüte katılacaksın, ölüm saçacaksın ve elini kolunu sallaya sallaya gelecek kahramanlar gibi karşılanacaksın. Demokratikleşme buymuş demek… Açlık, işsizlik ve yoksulluğun bitmesini istemek demokratik hak olmuyor, Kürt sorununda yanlış politikanın izlendiği, Kürt halkının ve önderinin barış ve demokratik çözümde ne denli kararlı, iyi niyetli ve ısrarlı olduklarını söylemeleri demokratikleşme oluyor. Türkiye sanayisini, ekonomisini, eğitimini, düzeltti sadece demokratikleşmesindeki en büyük engel olan Kürt sorunu kaldı. Pardon! Sizlerin Kürdistan’ın köy, kasaba ve şehirlerinde yeterli imkanlarla yaşamak istediğinizi unutmuştum. Pardon! Kürt kimliğinizin anayasal güvenceye sahip olarak özgür ve eşit yaşama istediğinizi unutmuşum. Pardon! ben, Türkiye Cumhuriyeti, Ülkesi ve Ulusuyla bölünmez bütünlüğüne, Tek devlet, tek ülke, tek ulus ve tek bayrak ülküsüne takılmış gidiyorum. Bu ülkede herkesin güllük gülistanlık içinde, sadece ve sadece kürt halkının her türlü ayrımcılığa maruz kaldığını unutmuşum. Pardon! Birileri tarafından artık dağdan inip siyasi arenada mücadele vermenizin istendiğini unutmuşum… Neden bu kadar sızlandım, neden geniş çerçeveden bakmıyorum olaylara. Sanırım ben çağ dışı, insan haklarını ihlal eden, ilerisini görmeyen halen Yurtseverlik peşinde koşan dar kafalı birisiyim…
20.10.2009

Nermin AYDINLI

4 Ekim 2009 Pazar

SORUNUMUZ AÇILIM MI?

SORUNUMUZ AÇILIM MI?



Türkiye’nin bugünkü durumu çıkmaz ve tehlikeli bir yol almaya başladı. Bir tarafta açılımlar, bir tarafta yoksulluk, bir tarafta yozlaşmaya başlayan değerler… Gündemin hızına erişilemiyor. Açılım ve demokratikleşme diye bir yol tutturmuşuz ve bunun peşinde koşup duruyoruz. Neyi ne kadar biliyoruz. Bunlarla uğraşırken acaba Türkiye’nin en önemli sorunlarından olan Türkiye ekonomisini hiç merak ediyormuyuz? İhracatın düştüğünü, yatırımların durduğunu, işten çıkarmaların hızlandığını,vatandaşın alım gücünün azaldığını kaçımız biliyoruz.Türkiye tarımı ne durumda, çiftçinin, üreticinin sorunları nelerdir? İşsizlik rakamları açıklanırken kaçımız ciddi bir şekilde dinliyoruz. Maalesef birilerini kriz teğet geçerken yoksullukla uğraşan halkımız birilerinin hamuduyla götürdüklerinin bile farkında değiller. Kaldı ki açılım nedir? sorusuna cevap arayacaklar… Aslında bizim sorunumuz açılım ve demokratikleşme olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Dünya küreselleşme yaşarken, doğanın tahrip edilmesiyle birlikte emperyalist ülkelerin kaynakları azalmakta ve kendilerine yeni yeni kaynaklar aramaktadırlar. Bu da ekonomisi gelişmemiş, kaynakça zengin olan ülkeleri cazip hale getirmektedir. Ya direk saldırılmakta ya da çeşitli oyunlarla iç huzursuzluğa doğru itilmektedir. Orta doğu bugün kan gölüne çevrilmiş ve içler acısı bir durumdadır. Köprü vazifesini gören dört tarafı denizlerle çevrili ve doğa kaynakları zengin olan ülkemiz bazılarının iştahını kabartmaktadır. Empertalist güçlere karşı bir ders veren bu ulus nasıl yok edilir projesi üretilmektedir. Yıllarca iç içe yaşamış ve hiçbir şekilde ayrıştırılmamış kimlikler ayrıştırılmaya çalışılmakta ve hepimiz bir dipsiz kuyuya çekilmekteyiz. Bölge halkı da oynanan oyunun farkında değiller. Doğu ve güneydoğunun esas sorunu feodalitedir. Birileri Kürt vatandaşlarımızı rant kapısı görmektedirler. Kürt hakkı diyenler acaba Türkiye Cumhuriyetinde istedikleri yerlerde(mecliste, bürokrasi de ve her alanda) olmadılar mı? Ha! Hizmetin eksik olduğunu, yoksulluğun giderilmesi gerektiğini söyleyin o zaman biz de sizinle demokratik haklarımız diyelim. Yok kardeşim demokratik hak sadece bir tarafa olmaz, sizler hak derken diğer tarafın da haklarını çiğnediğinizin farkında değilsiniz. Bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin aynı haklara sahip olduğunu çok iyi biliyorsunuz ama içinizde ki birilerinin işine gelmiyor. Bunların amacı ülkemizi hem bölmek, hem de sömürge haline getirmektir. Zengin kaynakları kullanılmayan ülkemiz zamanla dışarı bağımlı hale gelecektir. Üretmeyen bir ülke ekonomisinin çökmesi bağımsızlığını kaybetmesi demektir. Yok kardeşim yok birilerinin sizin üzerinizden rant sağladığının farkında değilsiniz. İşsizlik ve gelişmemişlik sadece doğu ve güney doğuya mahsus bir sorun değil. Bu ülkemizin ve hepimizin sorunudur. Sanayinin durması, tarımın ve hayvancılığın yok olması hepimizin sorunudur. Eğitimsizlik, yoksulluk ve yoksunluk hepimizin sorunudur. Bunlar çözülürse zaten demokratik açılımı gerçekleştirmiş oluruz. Etnik ayrımcılık kendiliğinden ortadan kalkar ve işbirlikçiler, rantçılar amaçlarına ulaşamazlar.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” sözü etnik kimliklerin ötesinde herkesi kucaklayan, bütünleştiricidir.

Ulu Önderimiz ATATÜRK’ün, “Türk milletini oluşturan bireylerin kökenleri ne olursa olsun, devlet yönünden tartışmasız eşitliğini, birlikte yaşama arzusunu, Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısına ve toprak bütünlüğüne sahip çıkılma bilincini içeren çağdaş bir olgu” olduğunu vurgulayan bu sözlerini hatırlatmak isterim.

Anayasamız da Türk milleti ve Türklük kavramları etnik baz da değil, kucaklayıcı, temsili anlamda yer almıştır.

Anayasamızın 3’üncü maddesine göre ,“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür”.

04.10.2009

Nermin AYDINLI

23 Ağustos 2009 Pazar

Atatürk'ten Türk Ulusu'na Uyarı !

Kanla acıyla kazanılan bu vatana sıkı tutunmamız gerektiğini bir kez daha hatırlamak için ATAMIZIN bu uyarı yazısını paylaşmak istiyorum.

ATATÜRK’TEN, TÜRK ULUSU’NA UYARI!

Erzurum’da, Sivas’a gelme hazırlıkları yapıldığı bir sırada kendisine sorulan: “Paşam, Sivas’ta galiba manda meselesi bizi çok üzecek ve yoracak” sorusuna heyecanla şu cevabı verir: “Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar .“Biz başarılı olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricalinin ileri gelenleri utanmak hissini duyabilecekler mi?.. Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hakimiyet hakkına, dışarda temsil hakkımıza, kültürel bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar. Bu ne hayal ve ne gaflettir? Hayır Paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var… (NUTUK)

23.08.2009
Nermin AYDINLI

31 Temmuz 2009 Cuma

KÜRT AÇILIMI

Ayrılıkçı terör örgütünün başı ve binlerce kişinin katili olan Abdullah ÖCALAN’ın İmralı’dan avukatları aracılığı ile gönderdiği bilgiler üzerine kürt sorununun çözümü için çalışmalara hız verildi. Gazeteler de, televizyonlar da kürt meselesi üzerine yayınlar yapılıyor,uzmanlar,sözde aydınlarsaçma sapan görüşler ortaya atıyorlar.İçişleri bakanı “Kürt meselesi olarak adlandırılan meselenin de vatandaşlarımızın demokratik haklarının genişletilmesi ve pekiştirilmesiyle, nerede yaşarsa yaşasın her vatandaşımızın kendisini devletin eşit ve hür ferdi olarak hissetmesini sağlamakla çözülebileceğine inanıyoruz”diyor. Peki!Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtler bu ülke de hiçbir şey olamazlar ve hiçbir hakka sahip değiller diye bir hüküm mü bulunmaktadır.Türk-Kürt yıllarca aynı topraklarda birlikte yaşamadı mı, kız alıp vermedi mi?devletin her kademesinde yer almadılar mı?Mecliste temsil edilmiyorlar mı?Bu sorun kürt halkının sorunu değil,bu feodalitenin sorunudur.Ağaların, beylerin sorunudur.Şeyh Saitlerin öcünün alınmasıdır. Kemalist düzenin yıkılması sorunudur. Maalesef ülkemiz çıkmazlara doğru götürülmektedir. Bir katilin muhatap alınarak ve işbirlikçilerle birlikte yol haritası çizilmeye çalışılması bu ülkeyi bölmekten başka bir şey değildir. Türk birliğini bozmaktır. Türkiye Cumhuriyetini parçalamaktır. Bu davranışlar insanları kamplara ayırmaktır ve iç çatışmalara sürüklemektir.Yıllarca el ele kol kola olan milletimizi birbirine düşman etmektir.Bu da birilerinin maalesef işine gelmektedir Bu demokratikleşme değil anti demokratikleşmedir.Çerkezlar,lazlar vs…Çıkıp bizim de haklarımız çiğneniyor derse ne olacak hiç düşündük mü?...Hakların iyileştirilmesi bütün kesimi kapsamalıdır. Sadece Kürtler olarak algılanmamalıdır. O zaman benim haklarımın da ihlal edildiğini söylesem yanlış olmaz. Sadece belirli bir kesim(para ve mallarının hesabını bilmeyenler) bu ülkede rahat yaşamaktadır. Peki işsiz, aç ve her türlü sorun ile mücadele eden (yoksullar) kesimin hakları ne olacak. Beyler!....lütfen kendinize gelin bu ülkenin tek sorunu İŞSİZLİK,KALKINAMAMAK yani siyasi erklerin beceriksizliğidir…Boş lafları bırakın,insanları kamplara bölmeyin.İşinize bakın da işsizliği nasıl önleriz, nasıl kalkınma programıyla ülkeyi refaha çıkarabiliriz, gençlerimize aydınlık yarınları nasıl bırakabiliriz onun planlarını yapın.Sizin derdiniz KEMALİST düzeni yıkmak değil,ilelebet Türkiye Cumhuriyetini nasıl yaşatabiliriz hesabını yapmaktır.Bu konular çok hassas lütfen kendinize gelin!...Bir tek TÜRKİYE CUMHURİYETİ devleti vardır ve var olmaya da devam edecektir.



31.07.2009
Nermin AYDINLI

28 Temmuz 2009 Salı

GÜNDEM

Birkaç gün ülke gündeminden uzaktım. Ne internet,ne gazete,ne radyo ne de televizyon…Bunların hepsinden uzaklaşmak daha doğrusu her şeyden uzak durmak…Dünya da bu şekilde yaşamak nasıl bir duygu?...Bu durumda ki insanlardan nasıl yararlanılır?...Nasıl kandırılır?...
Ülke nereye gidiyor? Ergenekon nedir, neler olmuştur, bizleri neden ilgilendirir veya ilgilendirmez…Terör ve binlerce Mehmetçiğin sonu… Ilımlı İslam söylemleriyle islam devletine doğru gidiş…AB hayali bizi nereye götürüyor?İşsizliğe çözüm bulunabilinir mi? Ülke ekonomisinin büyümesi ve daralması ne demek…Sanayi,tarım vs.vs.ne durumda?... Açlık sınırı, işsizlik sorunu,laik ve anti laik, kendini dindar niteleyenler ve dinsiz denilenler…Türklük ve Türkiyelilik, Atatürk ve Cumhuriyet, bağımsızlık ve özgürlük kavramları…reyting uğruna medyanın hali… Ülkemiz de, Kıbrıs ve dünya da neler oluyor?...Ülkemizin kaynakları ve zenginlikleri kimlere peşkeş çekiliyor?Demokrasi ve hukuk…
Evet bütün bu sorular ve cevapları …
Ülke gündeminden uzak duran veya bilerek bilgisiz bırakılan vatandaşa acaba bu sorular ne ifade ediyor?...Düşünmesi engellenen ve uyuşturulan toplum neden yaratılıyor…Sonucunda tüm ülke cehalete neden mahkum bırakılıyor?Peki! Bu cehaletin sonu tutsaklığa ve esarete gitmez mi? Ülkemize cehaletle birlikte giydirilmeye çalışılan kefen hepimizi diri diri mezara sokuyor… İçerde ve dışarıda ki işbirlikçilere ve kumpasçılara meydan bırakılıyor…Dar alanlarda yapılan siyaset ,çözümsüzlük ve duyarsızlık… Bütün kademelerde refüze çalışmaları…Bir kesim yatlar, katlar, laylalar derken, bir kesimin ise patates,soğan vs. yardımlara muhtaç hale getiriliyor…Toplum iki uç noktada,ne yapacağını şaşırmış…İnsan yaşamı ve insana verilen değer…Hayatlarda yaşanan dramlar ,Kimisini belki ilgilendiriyor kimisinin aklına bile gelmiyor. Yaşam ve hayat!...sorular ,çözümsüz sorunlar…Acaba hiçbir şey böyle değil de ben mi biraz karamsarım.Ya da dünyaya bakış açım mı değişik?İnanılması güç şeyler yaşanıyor,insanlar rotasını şaşırmış yön gösterecek birilerini mi bekliyor.
Ah! kurtarıcımız, dehamız Mustafa Kemal ATATÜRK ve kahramanlar sizlere ne kadar minnettarız . Esaret ve boyunduruk altına girmeyen bu şerefli Türk Milleti sizlerin yolunda daima olacak ve vatan hainlerine fırsat vermeyecektir. Bu millet değerlerine, adalet ve kardeşliğe sahip çıkacak, uyuşukluğundan ve uykusundan silkelenip ATATÜRK ve AZİZ ŞEHİTLERİMİZE eninde sonunda inşallah layık olacaktır.

26.07.2009
Nermin AYDINLI

11 Temmuz 2009 Cumartesi

ZİHİN KONTROLÜ

Zihin Kontrolü ve Beyniniz kontrol edilirse ne olur?Bu konu üzerinde TV.kanallarının birinde uzmanların konuşmaları dikkatimi çekti. Çok ilginç geldi ve bu konuları araştırmaya başladım. İlk önce fazla düşünmeye gerek yok, tabi ki bilinmedik güçlerin olabileceği, bazen de insanların bazı şeyleri engellemesi zor olacaktır diye kestirip atıyordum. Bu konuları çok boyutlu ve karmaşık buldum. Hakikaten bu dal üzerinde eğitim yapılması ve bu konulara ilgi duyulması gerekiyor. Günümüz de teknolojinin hızla geliştiği gerçektir. Bu gelişim olumlu yanları olduğu gibi olumsuz yanları da mevcuttur. Bu olumsuzluklardan en önemlisi maalesef insanların zihinlerinin kontrol altına alınabilmesidir.
ZİHİN KONTROLÜ NEDİR? Günümüzde psikotrop maddeler kullanılarak veya elektro-manyetik dalgalarla insan beynine etki edilebilmekte, düşünce ve davranışlar yönlendirilebilmektedir.
ZİHİNLERE HÜKMETMEK MÜMKÜN MÜ? Evet mümkün. Çok gelişmiş bilgisayarlar yardımıyla kişinin öfke, acı, endişe, küçümseme, ümitsizlik, dehşet, sıkıntı, kıskançlık, korku, uyku, terör…hallerinde beynin yaydığı radyasyon frekansları kaydediliyor daha sonra istenilen psikolojiye uygun frekanstaki elektromanyetik dalga dışarıdan gönderilerek elektromanyetik dalgalar sayesinde kişinin düşünceleri ve davranışları kontrol altına alınıyormuş. Ayrıca, bu elektromanyetik silahların beyin kontrolünden başka depremlere neden olabileceği, uçakları düşürebileceği de ifade edilmektedir. İnsanları kontrol etmenin verdiği iç gıcıklayıcı baskısı, bir de konunun esrarengiz olması zihin kontrolünü çekici kılmaktadır. Günümüzde insan zihni nasıl kontrol edilebilir? Peki ama niçin?Başta masum bir şekilde insana hizmet diye yola çıkılır (sağlık alanında)ve kısa sürede tehlikeli hale gelen ve fantezilere yol açan zihinlere hükmetmek fikri, soğuk savaş döneminde masumiyetini yitirir.Konu zihin olunca düşünülmesi gerekir.Bu gün hangi tehlikeyle karşı karşıya insanlık dersiniz? Gün gelecek dünyaya hükmedebilmek için fikri, güçlü ülkeler karşı karşıya getirilecek ve milyonlarca dolarlık bütçeler harcanacak, gizli operasyonlara neden olacaktır. Asıl trajik olan ise bilim dalında buluşların insanlık dışı kullanımı olacaktır.Beyin yıkama yöntemleriyle istenilen insan tipini yaratıp isteklerini yaptıracak ve kontrol altına alarak halkının davranışlarını düzenleyecek kontrol teknolojisi oluşturulacaktır.Bundan böyle aynı teknolojiyle bilgiler kodlanacak ve insan hedeflerine yöneltilerek zihin harbi oluşturulacaktır.Artık zihin okunması ve kontrolü çağı başlamıştır…Yani bu da bireysel hayatın gizliliğini ortadan kaldıracaktır. İnsan hakları ihlali göz göre göre yapılacaktır..Peki! günümüzde insan zihinleri nasıl etki altında?...En basit şekliyle gazete, kitap, radyo, televizyon ve hızına erişilemeyen internet aracılığıyla insanların zihinleri kontrol altına alınabiliyor.Biyolojik bir varlık olan insan çok kolay etki altında kalabiliyor.Bu nedenle günümüzde medyayı kimler daha iyi kullanıyorsa insanları da daha çok etki altında tutabiliyor demektir.
Maalesef günümüz dünyası kan gölüne dönmüş, insanlık dışı davranışlar sergilenir hale gelmiş, değerler kaybedilmiştir…Duyarsızlaşan toplumlar yaratılmaya çalışılmaktadır.Yani birileri duyarsız toplumlar, duyarsız bir dünya peşinde…Arkasından sömürge haline gelmiş ülkeler… İşte bunun için beyinlerimize hükmediliyor.Benim gelecekle ilgili kaygı ve endişelerim çok fazla peki ya sizin?.....

Nermin AYDINLI
13.07.2009

17 Haziran 2009 Çarşamba

YERELDE KADIN

Yerel siyaset kadınlar için neden önemlidir diye hiç düşündük mü? İlgisi olmayanlar bu da nerden çıktı, yerelin kadını erkeği mi olur diyecektir. Evet yerelin kadını ve erkeği olur. Acaba mahalleyi, ilçeyi, kenti, köyü, kısaca yaşadığımız ortak yaşam çevresini kadınlar ve erkekler aynı biçimde mi kullanıyoruz? Yani; yaşamın sunduğu ekonomik, toplumsal ve mekansal olanaklardan yararlanma fırsatları aynı değildir.Yerel düzeyde sunulması gereken birçok hizmetin yeterli ve uygun mahiyette sunulmaması durumunda ortaya çıkan boşluk ağırlıklı olarak kadınlarca doldurulur.Ya da üstlenmek zorunda olduğu işleri de yerine getirmekte zorlanır. Ev hizmetleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı vs. işler kadınlar tarafından yapılmakta ve kadınları sosyal ve kültürel yaşamdan uzaklaştırmaktadır. özellikle kırsal kesimlerde ve gecekondu bölgelerinde yaşam biraz daha ağırlaşmaktadır. (Çamaşırı elde yıkamak, suyu uzaktan taşımak işi vs.) Erkeğin para kazanması nedeniyle aile erkeğe bağımlı hale gelir ve dolayısıyla da bütün yük kadın ve kız çocuklarına düşer.
Çocuk ve yaşlı bakımının yanı sıra çarşı pazar alış verişleri kadının sorumluluğunda ve bunları yaparken de çocuğunu ve yaşlısını bir süreliğine bırakacak yerlerin olmayışı kadına daha büyük yük yüklemektedir. Peki! bunlar için yerelin fonksiyonu nedir? Mahallesinde veya birkaç mahalleyi kapsayan çocuk ve yaşlı gündüz bakım evlerinin olması kadınların biraz daha rahatlamasına neden olur ve kadının sosyal yaşamda olmasını sağlar.Ayrıca kent içi ulaşımın özellikle kırsal ve bölge ve şehirlerde mahallesine ve evine hapis olmuş kadınlar için ücretsiz olması halinde alışveriş alanlarına gidebilecek ve yaşamın sadece kendi evinin ve çevresinden ibaret olmadığını fark edecektir. Kadın kendisinin de bir birey olduğunu hissedecektir. Ulaşımda kentler kadın için güvenilir midir? Kent-içi ulaşıma ilişkin planlama ve kararlarda dahil olmak üzere mekansal düzenlemeler kentsel güvenliğin kadınlar için daha farklı ve genellikle de daha fazla anlam taşıdığı çoğunlukla hesaba katılmaz. Örn:Gece evine dönen bir kadının ne kadar çok zorlandığını tahmin ederiz.Durak dışında kadının inmek istediği zaman en yakın mesafede yani iki durak arasında indirmelerinde ne sakınca olabilir.Ayrıca alt ve üst geçitlerde özellikle de alt geçitlerde aydınlatma ve özel güvenlik önlemlerinin olmayışı kadını sıkıntıya sokmakta tacizler de önlenememektedir.Mahalle aralarında sokak lambalarının yetersiz olması kadın ve çocukları etkilemektedir.Oyun ve dinlenme alanlarının yetersiz olması çocuk ve kadını kısıtlı yaşama zorlamaktadır.Erkek parası olmasa da istediği zaman dışarı çıkabilir. Ya kadın?... Yoksulluktan ve yoksunluktan en çok etkilenen kadındır. Kendisine harcamayı lüks olarak gören kadın öncelikli sıranın çocuklarının ve ailesinin olduğunu düşünür.Kadın sadece günlük yaşam alanlarında değil karar alma mekanizmaların da da haksızlığa uğramaktadır.Peki kaç tane belediye başkanı ve belediye meclis üyesi kadın var?Olanlar da yeterli mi?Kadının temsili önemsenmez iken sorunlara ne kadar kadın gözüyle bakılabilir ve çözümler üretilebilir ki!...Yani kadınla ilgili her şey de olduğu gibi kağıt üzerinde kalan kadın hakları da görmezden geliniyor.Geçmişten bu güne kadın hakları konusunda gelişme yaşanmıştır ama yeterli düzeyde değildir.Ayrıca ataerkil bir toplum yapısına sahip olunduğu için kadın haklarını bilmemekte ve kendisine biçilen roller dışına çıkamamaktadır.Peki!Devletin vatandaşını cinsiyet ayrımı yapmadan ekonomik ve sosyal hayata sağlıklı bireyler olarak katılımlarını sağlamak öncelikli görevleri arasında değilmi dir?Görevleri arasındadır.Özellikle Yerel yönetimler yerinde yönetim olduğu için vatandaşının refahını düşünerek eşitlikçi hizmet üretmeli ve halkının barış içinde yaşamasını sağlamalıdır…
“Ey kahraman Türk kadını Sen yerde sürüklenmeye değil omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın. Dünyada her şey kadının eseridir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK;

Nermin AYDINLI

7 Haziran 2009 Pazar

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ÖNEMİ

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ÖNEMİ


Sivil Toplum nedir? Sivil Toplumun faydaları nelerdir? vb. soruları hepimiz sormaktayız. Günümüzde yaygınlaşan, sık sık konuşulan sivil toplum nasıl olmalıdır ve bir ülkenin gelişiminde ki rolü nedir?
Sivil Toplum; insanların tek tek yapamadıklarını beraber yapmasıdır. Yani birlikteliği, gönüllülüğü ve dayanışmayı temsil eder.21.yüzyılda önemli bir kavram olan sivil toplum, akademisyenlerin yanı sıra buralara gönül verenlerin de tecrübelerinden yararlanılması gereken yerlerdir. Meslek odaları, sendikalar, vakıflar ve hemşehri dernekleri sivil toplumları oluşturur. Bir ülke de demokrasinin ve ekonominin gelişmesinde sivil toplumun etkisi olduğu kadar da aktif vatandaşlık anlayışını da getirir. Sivil toplum, demokratik bir toplum yaratılmasında, devlet-toplum, birey ilişkilerinin demokratik bir şekilde düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. İnsanların gönüllü olarak bir araya gelmesiyle bir şeyleri yapmak için kurulan sivil toplumlar finansal ve örgütsel sorunlarının yanı sıra vizyonlarını belirleyemediklerinden dolayı da sıkıntılar çekmektedir. 150 bin STK’nın olduğu ülkemizde bunlardan 80 bin tanesini STK'lar, 60 bini hemşehri dernekleri, 5 bini meslek odaları, 3 bin kadarını da vakıflar vs. oluşturuyor. Türkiye’de günden güne sayısı artan STK’ların etkili oldukları söylenemez. Yani, STK sayının yüksek olması, sivil toplumun Türkiye'de etkili olduğu anlamına gelmiyor. Sivil toplumun hem örgütsel yaşam olarak, hem demokratik yönetim tarzı olarak beraber düşünülmesi gerekir. Sivil toplumlar dostluk ve arkadaşlıkların kurulduğu, acıların ve sevinçlerin paylaşıldığı ortak yerlerdir. Aktifliği sağlar içe dönük yaşantımızı dışsallaştırır. Gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde her ne kadar boşa harcanan zaman olarak görülse de STK’lar, İnsanların boş vakitlerini randımanlı ve yararlı bir şekilde geçirmesini sağlar ve topluma yararlı bireyler kazandırır. STK’ların maddi çıkarı olmaz. Bazı STK’ların hedef kitlesi kuruluş amaçlarında belirlenen kitleler olup, belirledikleri alan dışında bir şey yapamazlar yani içe dönük çalışırlar. Bu da şu soruyu akla getirir. STK’lar gönüllümü yoksa profesyonel mi olmalıdır? STK’lar hem gönüllü, hem de profesyonel olmalıdır. Profesyonellik fazla katılım sağlamaz. Sadece gönüllülük de finansman sorununu halletmez. Bu nedenle ikisi de ayrı ayrı düşünülemez. Sivil toplumu hem örgütsel yaşam olarak, hem demokratik yönetim tarzı olarak beraber düşünülmesi gerekir. Güven ilişkisine dayanan sivil toplumlar da maddi-manevi lafı olmaz. Sivil toplum aktif ve sorumlu vatandaşlığın yaşama geçtiği alandır. STK’lar siyasi otoritenin baskısından uzak, kamusal alanda etkili kuruluşlardır. Gönüllülük temeline dayan STK’lar çoğulcu demokrasiden katılımcı demokrasiye geçişi sağlar.Yani; katılımcı demokraside birey, kendine yeni yaşam kalıplarını birey olarak değil, STK’lar sayesinde siyasi partilere girmeden de sağlayabiliyor. STK’lar bireysellikten toplumsallığa geçişi sağlar. Kişi yurttaşlık bilincini kazanır.Günümüz de hukukun üstünlüğü, temel insan hak ve özgürlükleri, katılımcı demokrasi ve laiklik vazgeçilmez evrensel değerlerdir. Bu evrensel değerler çerçevesinde devletin bütünlüğünü bozacak ayrımcılığa sapmamak şartı ile art niyetlilerinin arka bahçesi olmayan STK’ların aracılığı ile talepler ifade edilebilir ve haklar korunabilir.
Kısaca;Sivil Toplum Kuruluşlarının yönetimler üzerindeki etkinliği, o ülkeleri daha çağdaş ve demokratik hale getirmektedir. Bu nedenle STK’lar demokrasinin olmazsa olmaz unsurları olarak toplumsal hayatımızın odak noktasında yer almalıdır.
Kaynak:STK araştırmaları

Nermin AYDINLI

26 Mayıs 2009 Salı

KİRALIK ÜLKE SINIRI

“53 yıldır tarım yapılmıyor. 3.5 milyon dönümlük arazi. Yabancıya verilirse 2058 yılına kadar Türkiye'nin sınırı yaban ellerde olacak. “ internet haberde gördüğüm bu başlık içimin bir kez daha cız etmesine neden oldu. Peki bu işin aslı nedir?
Türkiye, Suriye sınırı mayınlı bölge .Bu bölgenin mayınlardan temizlenmesi ve daha sonra bu toprakların kiraya verilmesi düşünülüyormuş… Buraya kadar doğru ve mayınların insanların hayatını tehlikeye soktuğunu, hayatlarını kaybeden binlerce kişinin olduğunu bu yüzden de oraların temizlenip yararlı bölge haline getirilmesinin doğru bir karar olduğunu hangimiz kabul etmez. AMA;? tartışmalar o kadar kritik halde ki! Bu da ülkemizi ve hepimizi etkileyecektir. Türkiye-Suriye sınırında ki mayınlı arazilerin temizliğini İsrail firması yapacakmış.Olabilir ama neden İsrail ???.
Gelelim bu toprakların durumuna;
Arazi çok büyük…53 yıldır bu alanda ekim yapılmadığı için toprak birinci kalitede ve verimi çok yüksek. Bu alan 677 kilometre…genişlik 300 ile 700 metre arası…Toplam 3.5 milyon dönümlük araziden söz ediliyor.Arazi Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak illerini kapsıyor. Arazinin yüzde 80’e yakın bölümü birinci sınıf tarım alanı ve yüzde 70’i sulanabilir. Yani! bu toprakları alan yaşadı…
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan GÜNAYDIN,” mayınlı arazilerin açılması durumunda elde edilecek yıllık gelirin tahmini 20 milyon doların üzerinde olacağını, bu alandan 85 bin ton pamuk veya 102 bin ton buğday veya 212 bin ton mısırın elde edilebileceğinin mümkün olduğunu” söylüyor. Türkiye’nin tarım deposu niteliğinde olan bu arazi yıllardır dinlenmiş olduğundan organik tarım için ideal olduğu, dolayısıyla da bu araziden elde edilecek ürünün de doğal olması nedeniyle arazinin büyük değer taşıdığını öğreniyoruz.
Mayın temizleme işini yapacak şirketlere söz konusu arazilerin 49 yıllığına devredilebilinirmiş. Bu hususta da geçen yıl Haziran ayında yapılan yasal düzenlemede buna uygun şartlar bulunuyormuş. Bu haber kimimizin dikkatini çekti, kimimizin de dikkatini çekmedi. Sanırım yavaş yavaş topraklarımız da bizlerde kiracı durumuna geleceğiz.EEE paranın dini imanı yokmuş!!!

Nermin AYDINLI
26.05.2009

23 Nisan 2009 Perşembe

TRT ERMENİ FM

TRT Kürtçe radyo yayınından sonra TRT Ermeni FM.in de yayın hayatına başladığını biliyor musunuz?Evet, evet yanlış okumadınız Türk-Ermeni ilişkilerinin tartışıldığı bir dönemde tepki çekmemek için sessiz sedasız bir şekilde 1 Nisan sabahı yayına başlayan Radyo 6 Ermeni FM de diğer radyo kanalları gibi yayın yapacak. Ülkemizde Ermeni vatandaşların da demokrasiden yararlanmaya hakları yok mu ? diyenler olacaktır. Aynı coğrafyada yaşıyor olmamız, genelde benzeşen kültürlerimizin olması bazı şeyleri meşrulaştırmaz. Ülkemizde başka etnik kökenli (Çerkezler, Lazlar, Romanlar vs…) vatandaşlarımızın da yaşadığı unutulmamalıdır. NOT:(AB uyum yasaları çerçevesinde verilen haklar,emsal teşkil edeceğinden diğerlerinin de o haklara sahip olmasına engel değildir.) Yıllardır Ermeni ve PKK, ülkemizin en önemli sorunlarıdır. PKK terör örgütü nice yuvalar yıktı, nice kanlar akıttı ve bu günkü gelinen nokta (içime sindiremiyorum) meclise kadar girdi.Yani siyasallaştı.Bizim vergilerimizle resmi teröristliği elde etti.Orta Doğu projesi kapsamında Kürdistan haritasına ek olarak şimdi de Ermenistan haritası üzerinde çalışmaklar yürütülüyor galiba!...Çifte standart uygulayan ve ermeni mezalimi oldu diyenlere tarihi bir kez daha hatırlatalım:
“ Ermeniler; Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşamışlardır. Ermenileri Bizans'ın zulüm idaresinden kurtaran ve onlara insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst düzeyde verilmiş, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulmuştur. Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu'nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerinden sonra; Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici töre ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, "Ermenilerin altın çağı" olmuştur. Osmanlı Devleti'nin çalışan, liyakatli, dürüst ve üretken her teb'asına sağladığı imkanlardan Gayr-i Müslimler içinde en çok faydalananlar; Ermeniler olmuştur.
Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesine maruz kalınca, Türk - Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti'ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avrupa'nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri, Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri'nin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.
Ermenilerin binlerce Türk'ün canına mâl olan isyan ve katliamları karşısında bile, Osmanlı Hükümeti'nin ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriyle sabittir. Ancak, tedhiş hareketleri bir türlü durmak bilmeyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Gerek Osmanlı ve Ermeni, gerekse yabancılara ait istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Yer değiştirme sırasında soykırım maksadıyla Osmanlı ordusu tarafından öldürülen bir tek Ermeni yoktur. Ermenilerin yer değiştirilmeleri, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon yoluyla veya savaşı gerekçe göstererek rahatlıkla halledebilirdi. Osmanlı, yer değiştirme uygulamasıyla savaş şartlarında her an ölümle burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni'nin hayatını kurtarmıştır. Nitekim, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ salim hayatlarını sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermeniler, savaş şartları gereği ölmüşlerdir. NOT:Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak "Bağımsız Büyük Ermenistan"ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği de görülmektedir (kaynak:Forsnet)Ayrıca Ermeni meselesi konusunda TTK arşivlerinde ki bilgi ve belgeler incelenebilir.
Gelelim bu güne: Türkiye mevcut coğrafyasıyla stratejik ülke durumundadır.Yani köprüdür.Bu da Uluslararası politikada Türkiye’ye ayrıcalıklı bir konum sunmaktadır. OBAMA’nın gelişiyle tekrar gündeme gelen Ermeni meselesi umarım Türk milletini rencide etmeden çözülür. Gerek Ermeni,gerekse PKK terör örgütüyle Türkiye’ye baskı kurulmaya çalışılsa da ulusal politikamızdan asla taviz verilmemelidir.
Atatürk ne demiş: “Kapıyı aralık tutmayın, farkına varmadan ardına kadar açılır.”

Nermin AYDINLI

8 Nisan 2009 Çarşamba

OBAMA'NIN ZİYARETİ

OBAMA Türkiye’ye gelecek diye hummalı çalışmalar yapıldı,Yollar kapandı,otobüs vs.seferleri iptal edildi.Tüm güvenlik önlemleri en üst seviyedeydi ve medya tüm haberlerini Obama geldi gelecek diye yaptı.Ayrıca OBAMA’nın yiyeceğini, içeceğini,aşçısını hatta klozetini bile beraberinde getireceğini öğrendik.Geçim derdimizi bile unutturacak kadar önemliydi koskoca dünya lideri ülkemizi şereflendirecek ve ağzına su bile deymeden, bize güvenmeden çekip gidecek.Olsun gelsin bizi onurlandırsın yeter. OBAMA sihirli değneğini deydirecek ülke ekonomisi düzelecek, yoksulluk bitecek, gelir düzeyimiz yükselecek, ülkemiz güllük gülistanlık olacak.Bizler bu düşünceler içindeyken Sevgili Obama.”Atatürk'ün asıl mirası laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti dir” demez mi!...Bu da ATAMIZI anlamayanlara ve anlamak istemeyenlere sizce bir ders olmaz mı? Yani bizi bizden iyi anlayan nerdeyse Türk olduğunu bile düşündüğümüz OBAMA, zaten ezilmiş bir ırktan gelmiş olması nedeniyle olsa gerek sempatik yüzüyle gönüllerimizi fethetmişti. Adım adım onu medya aracılığı ile izledik. Hele hele ceylan derili koltuklu meclisimizde konuşmasını heyecanla beklerken;
1.Ermenistan sınırını açın
2.Heybeliada ruhban okulunu açın
3.Ermenistan sınırını açın.
3.Kürtlere eğitim ve sağlık ve diğer hizmetleri götürün vs.
Evet yanlış duymadık ABD Başkanı OBAMA’nın bu muhteşem gelişinin bize bir bedeli olacaktı. Herkesin gönlünü alarak vurgulanan bu hususlar ciddi ve kaygı vericidir. Orta doğu projesinin gecikmesi kan emicileri, parçalayıcıları, cennet ülkemizin her karışı şehit kanlarıyla sulanmış olan topraklarımızda gözleri olanları, kızdırmıştı. Bu gecikme birilerini harekete geçirdi ve OBAMA Türkiye’ye istekleriyle birlikte geldi.Ülkenin kaderini belirleyecek bu tehlikeli istekler ne anlama geliyor buna da Ankara’nın cevabı ne olacak merak konusu…

Nermin AYDINLI

3 Nisan 2009 Cuma

KANSER HAFTASI

1-7 Nisan Kanserle Savaş Haftası boyunca sergiler açılır. Hastalığın halka tanıtılmasına çalışılır. Gazetelerde, dergilerde, radyo ve televizyonda hastalıktan korunma yolları anlatılır. Yapılan araştırmalar yeni buluşlar, yeni ilaçlar açıklanır. Halk bu konuda aydınlatılır.Lütfen bu konuda kendimiz dahil duyarlı olalım ve çevremizdeki insanları uyaralım. Kanserle ilgili en küçük kuşkuya düşüldüğünde hemen doktora başvurmak gerektiğini anlatalım. Unutmayalım; kanserin erken belirlenmesi, iyileşmesini kolaylaştırır.
KANSERİN BELİRTİLERİ
Vücudun herhangi bir yerinde nedeni bilinmeyen şişkinlikler, sert¬likler, iyileşmeyen yaralar,
Vücudun çeşitli yerlerindeki benlerde ve siğillerde, renk ve büyük¬lük değişmeleri,
Durdurulamayan kanamalar,
Ses kısıklığı
Geçmeyen öksürük
Nedeni anlaşılamayan ateş ye zayıflama,
Büyük aptes alışkanlıklarındaki değişiklikler.
Bir hastalıktan korunmak için o hastalığın nedenlerinin bilinmesi önemlidir. Bugün kanserin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Kansere karşı alınacak önlemlerde, yapılacak savaşta temel ilke; kanser etkenlerinden kaçınmak ve hastalığın erken tanımıdır.
Kanser konusunda sık sık uluslararası konferanslar, seminerler, kong¬reler düzenlenir. Bu toplantılarda kanserin nedenleri, kanserden korunma yöntemleri, hastalığın erken tanımı ve iyileştirme yolları tartışılır. Yeni bulgular, yeni ilaçlar tanıtılır. Ülkemizde de son yıllarda bu tür çalışmalara ağırlık verilmiştir. Doktorlarımızın kanser konusundaki araştırmaları, ulusla¬rarası toplantılarda ilgiyle izlenmektedir.
Tıp biliminin gelişmesi, insanların eskiye göre daha bilinçli yardım istemeleri, pek çok insanı kanserden kurtarıyor. Gün geçtikçe kanserden kurtulanların oranı daha da artacaktır.
Kanser hemen her organda görülmektedir. Ancak bazı organlarda daha çok dikkati çekmektedir.
* Akciğer Kanseri : Ölüm oranı en fazla olan kanserdir. Sigara içen¬lerde daha sık görülür.
* Sindirim Sistemi Kanseri : Mide ve Kalın bağırsak kanseri önemli organ kanserleridir.
* Meme Kanseri : Elle tanımı yapılabildiğinden tedavi ve iyileşme oranı en çok olan kanser türüdür.
KANSERLE SAVAŞ
Kanser bir hücre hastalığıdır. Hücre, canlıların yapı taşıdır. Yapıları ve işlevleri birbirine benzeyen hücreler bir araya gelerek dokuları, dokular birleşerek organları ve sistemleri oluştururlar.
Hücrenin ana özelliği bölünüp çoğalmasıdır. Bölünüp çoğalan hücreler vücuttan atılır.
Kanser, hücrenin olağandışı bölünüp çoğalmasıdır. Kanserli hastalarda hücre, canlının zararına çoğalır. Organların işlevlerini yapmalarını engeller.
Halk sağlığı yönünden kanserin önemi; hastalığın öldürücü olması ve sık görülmesidir. Bu açıdan bakıldığında kanser hastalığı dünyanın en önemli sağlık sorunudur.
Kanserle savaşabilmek, zararlarını azaltabilmek için halka hastalığın önemini ve kanserle savaş yollarını anlatmak gerekir.
Tıp biliminin gelişmesi, insanların eskiye göre daha bilinçli yardım istemeleri, pek çok insanı kanserden kurtarıyor. Gün geçtikçe, kanserden kurtulanların oranı daha da artacaktır.
Kanser konusunda hastaya yardımcı olmak, hastalıkla ilgili araştırmaları desteklemek, doktorların eğitimine yardımcı olmak için 1947 yılında Ankara'da Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu adı ile bir dernek kuruldu. Dernek kuruluşundan bu yana yurttaşları kanserin erken tanımı ve iyileştirme konularında uyarıyor. Kanser hakkında bilgili olmamız için çalışmalar yapıyor. Bu kuruluş 1952 yılından beri Türk Kanser Haberleri adlı bir dergi çıkarmakta, isteyenlere dergiyi parasız göndermektedir.
1956 yılında Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu'nun önerisi ile Nisan ayının ilk haftası ülkemizde Kanser Savaş Haftası olarak kabul edildi. Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu'nun çabaları ile yurdumuzda ilk kanser hastanesi, 1956 yılında Ankara'da açıldı.
Kanser hastalığının gerçek nedeni tam olarak bilinmiyor. Ancak çok alkol ve sigara içenlerde, boya işlerinde çalışanlarda, kimyasal maddelerle uğraşanlarda, güneş ve röntgen ışınları altında uzun süre kalanlarda hastalık daha çok görülmektedir.
HERKESE SAĞLIKLI GÜNLER DİLERİM.

Nermin AYDINLI